24 Şubat 2012 Cuma

Atatürk’ün Türk Ordusu Hakkındaki Sözleri

Ordu, Türk Ordusu!.. İşte bütün milletin göğsünü itimat, gurur duygularıyla kabartan şanlı ad! Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için harcamakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır.1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 387)

Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet ışıklarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felâket ve sıkıntılardan ve düşman saldırısından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyet’in bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silâh ve vasıtaları ile donatılmış bir şekilde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur. Türk vatanının ve Türklük topluluğunun şan ve şerefini, içi ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve hazırlanmış olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır.
1938 (Ulus gazetesi, 30. 10. 1938)

Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: Biri millet kararı, diğeri en elim ve en güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla lâyık olma niteliği kazanan ordumuzun kahramanlığı; bu iki şeye güvenir. Arkadaşlar! Kumandamız altında bulunan ordular, gerçekten kahramanlığına güvenilir ordulardır. Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakârlıklar göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve memleketin gerçekten minnet ve teşekkürüne hak kazanmıştır.
Arkadaşlar, Türkiye en zayıf zannolunduğu bir zamanda en kuvvetli olduğunu ispat etmiştir; ordusu sayesinde! Ordumuz vatan içinde zafer kazanmıştır. Bu hâdise Türkiye’nin fevkalâde gücüne, yüce kararlılığına ve ölmez varlığına en belirgin delildir. Düşmanın vatan içine girmiş olması, düşman lehine birçok durum ve sebepler doğurur. Bütün bu güçlükleri aşarak düşmanı vatan içinde mağlûp etmek, mahvetmek başlı başına bir varlık, büyük bir kuvvet eseridir. Vatan içerisinde mağlûbiyetin sonucu son derece fecidir, tehlikelidir. Bu gerçeği doğrulayan yakın ve uzak tarihî örnekler çoktur.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 171)

Ordumuzun başında ölüme giden, seve seve kanını akıtan, vücutlarını parça parça etmekten zevk alan subay ve komutanlarımızın kahramanlığını söylemek gereksizdir. Fakat buna bir kelime ilâve ederek, söz konusu olan bir fikri açıklığa kavuşturmak isterim: Memleketimiz ve milletimiz her ne vakit felâketlere maruz kaldıysa, hiç şüphesiz ki bütün vatan evlâtları, memleket evlâtları en büyük fedakârlığa katlanmaktan çekinmemiştir. Yalnız, bütün bu memleket evlâtlarını, vatanın savunulması için ölüme sevk etmek sorunluluğunu üzerine alan ve aynı zamanda onların ilerisinde göğsünü düşman kurşunlarına geren subaylardır, komutanlardır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 311)

Bu taarruz gününde*, en son kanatta bir tümenimiz      -57. Tümen- taarruzlarını yöneltirken, kuvvetlerini biraz birbirinden uzakta bulundurmuştu. Bu nedenle düşman üzerine, etkili bir baskı yapamıyordu. O tümenin komutanı Reşat Bey adında bir zattı. Bu zatı çok eskiden tanıyorum; Muş’ta beraber muharebe yaptık, Suriye’de çok muharebeler yaptık. Çok kıymetli bir askerdi; şahsen bana sevgisi ve güveni vardı. Telefonla sordum: “Niçin hedefinize ulaşamadınız?” dedim. Cevap olarak dedi ki “Yarım saat sonra bu hedeflere ulaşacağız!” Halbuki, yazık ki yarım saatte bu hedefler ele geçirilememişti. Tekrar sorduğum zaman, telefonda Reşat Bey’in son vedanamesini okudular; orada diyordu ki: “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam!” Bu misali, Reşat Bey’in o hareketini takdir etmek için söylemiyorum. Tabiî öyle bir muamele ve öyle bir hareket, bizce kabule değer değildir.Yalnız, ordumuzda subayların, komutanların kendilerine verilen vazifeyi yapmada gösterdiği, istekle ileri atılışı ve namus hissini göstermek isterim. Gerçekten, ordumuzdaki subaylar ve komuta yüksek heyeti, birbirlerine karşı böyle bir sevgiyle, hürmetle, inan ve güvenle bağlıdır ve  üstünden aldığı emri bir namus sayarak yaparlar.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 245-246)

Bütün tarih bize gösteriyor ki, milletler, yüksek hedeflerine erişmek istediği zaman, bu coşkuları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir ayrılık bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki Türk milleti, ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima baş olarak, daima yüksek millî ideali gerçekleştiren hareketlerin önderi olarak, kendi kahraman çocuklarından kurulu ordusunu görmüştür. Bunun içindir ki Türk milleti, tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır bulunan kahraman çocuklarına derin güven beslemiştir ve bu güveni daima besleyecektir. Bundan sonra da, Türk milletinin yüce idealinin gerçekleşmesi için kahraman asker evlâtları hep önde gidecektir.
Bugün Türk milleti, muvaffak olduğu her hayatî şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna komuta eden öz evlâtlarından kurulu subaylar topluluğunu, yüksek komuta kurulunu görmektedir. Millet ve kahraman çocuklarından meydana gelen ordu, o derece birbiriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örneği pek seyrektir. Bu millî görünüş ile daima övünebiliriz.
1931 (Ayın Tarihi, Sayı: 84-85, 1931. s. 7291)

Yürümekte olduğumuz yenilik, gelişme ve medeniyet yolunda sizlerden oluşan bir Türk ordusuna dayandıkça, mutlaka muvaffak olacağımıza imanın tamdır. Şimdiye kadar olduğu gibi, birbirimize dayanarak ve hep beraber milletin iradesine dayanarak yürümekte devam edeceğiz. Milletimizin yol almaya mecbur olduğu aşamalar büyüktür; erişilmesi zorunlu olan hedefler çoktur. Mutlaka bu aşamalar geçilecek, en ışıklı hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret: İleri! İleri! Daima ileridir!
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 234)

Milletimiz tam bir azimle toplumsal ve fikrî gelişimine çalışırken, onu yolundan alıkoyacak iç ve dış engellerin karşısında kuvvetli, kudretli, yüksek vazifesini anlamış kahraman ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek gönlü rahat olabilir. Bütün millete tereddütsüz ve kalpten inanarak söyleyebilirim ki, Cumhuriyet orduları cumhuriyeti ve mukaddes topraklarını güvenle koruma ve savunmaya güçlü ve hazırdır.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 229)

Türk milleti ordusunu çok sever; onu kendi idealinin koruyucusu telâkki eder.
1931 (Ayın Tarihi, Sayı: 84-85, 1931. s. 7291)

Ordunun vazifesi, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkılmış olduğuna değer.
1914 (Mustafa Kemal, Z. ve K. Hasbıhal, s.19)







Millî ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan örneğidir. Ordu, harice karşı devletin varlığını temin ve icabında dahilde büyük asayişsizliği ortadan kaldırır. Her ferdin, devlet içinde yerine girmek vazifesi ve her ferdin devlet için mesuliyeti, ordu hayatında fiilen âşikâr bir surette görülür. Ordu, cumhuriyet aleyhine teşebbüslere karşı, devlet ve hükûmetin irade ve kuvvetini belirtir. Bu suretle herkesi devlet düzeninden, devlet emniyetinden hissedar kılmak vazifesini yapar.Devlet ve hükûmet gibi ordu dahi kendisi için bir varlık değil, belki, milletin yaşamak ve var olmak iradesinin bir şeklidir. Ordunun devlete karşı en birinci vazifesi, azamî kudret ve kabiliyete malik olmaya çalışmaktır. Devletin büyüklük ve şerefi bununla yükselir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 116)

Türk vatandaşı kesin olarak bilmelidir ki, bir milletin insanlık ve medeniyet âleminde yükselmesi ve muvaffak olması, yalnız ve ancak kendi kuvvetine dayanarak, hürriyet ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla mümkündür. Bunun başka çare ve vasıtası yoktur.
Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddî, manevî fedakârlığı göze aldırmayan bir millet,esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçirir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 118)

Sağlam bir devlet hayatı için, ordunun lüzumuna delil aramak lüzumsuzdur. Etrafındaki devletler silâhlı oldukça, hayır, dünya yüzünde bir tek silâhlı devlet bulundukça vazifesini bilen bir devlet, bütün antlaşmalara rağmen ve bütün antlaşmalarla beraber kendi güvenliğini her şeyden evvel kendi kuvvetine dayandırır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 117)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder